Seyyid Kutup'un Yoldaki İşaretler adlı kitabından;
“Allah’ın, Hz.Resul’e vahyettiği ilk ayet:
“Yaratan Rab’binin adıyla oku” (Alak,96:1) ayetidir. Bu ayet onun risalet
görevinin başlangıcı idi. Risaletin bu aşamasında Cebrail O’na, sadece kendi
kendine okumasını önermişti. Çünkü bu aşamada Resulullah başkalarını uyarmakla
görevlendirilmiş değildir. Cenab-ı Hak ona, önce “Oku!” sonra: Ey örtüsüne
bürünen peygamber kalk ve uyar...” buyurmuştu. Bu emrin ardından kendi
kabilesini , çevresinde yaşayan diğer Arap kabilelerini, yarımadada yaşayan tüm
arap milletini ve son olarak tüm dünya insanlığını uyarması buyurulmuştu.
Rasulullah peygamberlik görevi ile
görev-lendirilişinden itibaren on yıl boyunca savaşsız ve haraçsız, sadece
uyarma yöntemi ile davet etti insanları. Bu dönem içerisinde kendisine karşı
yapılanlara sabretmesi, görmezlikten gelmesi, aldırış etmemesi emredildi.Daha
sonra hicret etmesine ve düşmanları ile savaşmasına müsaade edildi. Ardından
kendisi ile savaşanlarla savaşması , bir köşeye çekilip savaşmayanlara
dokunmaması; en son olarak “din” tamamen Allah’a has kılınıncaya dek müşriklerle
savaşması buyuruldu.
“Berae” (Tevbe) suresi indirilince şu konular
hakkın-daki hükümler top yekün olarak indirilmişti. Hz. Peygamber kitap ehlinden
düşmanlık edenlerle, cizye (haraç) verinceye ya da İslam’a girinceye dek
savaşmakla görevlendirildi. Ayrıca bu süre zarfında kafir ve münafıklarla cihad
etmesi, onlara katı davranmaması; kafirlerle kılıç, süngü vb. silahlarla
savaşması; münafıklarla ise farklı biçimde mücadele etmesi, lisan ve delil ile
onları iknaya çalışması; bunların yanı sıra kafir ve müşriklerle sureti katiyede
dostluk andlaşmaları yapmaması, bu tür sözleşme taleplerini geri çevirmesi
emredilmişti.“Berae” suresinin indirilmesi ile kafirlerin, Resulullah’la olan
ilişki biçimlerine göre üç kısma ayrılmaları kesinlik kazandı:
- Resulullah’la savaş halinde olanlar,
- Resulullah’la andlaşma yapanlar ve,
- Zımmiler
- Daha sonra kendileri ile barış andlaşması imzalananlar İslam’a girince geriye iki grup kaldı: Rasulullah ile savaşanlar ve zımmiler.
5.Resulullah’ın munafıklarla olan ilişkilerine gelince,
Resullullah, munafıkların görünüşteki hareket ve davranışlarını, sözlerini kabul
etmesi, görünmeyen taraflarını (iç alemlerini) Allah’a bırakması onlarla
mücadele ederken ikna metodunu, yani bilgi ve delilleri, onlara karşı
kullanması, onlara sert davranmaması, onlardan yüz çevirmemesi, ruhların
derinliklerine etki edebilecek açık sözlerle İslam’ı onlara tebliğ etmesi
emrediliyordu. Buna karşılık ölenlerinin namazını kılmak veya kıldırmaktan,
defin sırasında kabirlerinin başında bulunmaktan da nehyediliyordu. Ayrıca onlar
için bağışlanma dilese dahi Allah’ın onları bağışlamayacağı kendisine
bildirilmişti. İşte Allah Elçisi’nin kafir ve münafık düşmanları ile olan
ilişkileri ve bu ilişkiler sırasında izlediği yöntem tamamen böyle idi.”
6.İslam’a bağlılıkları, salt bir isimden ibaret, müslüman
kuşakları baskı altına alan ve ümitleri kıran çağdaş gerçekler karşısında akılca
ve ruhça yılgınlığa düşmüş bazı kimseler.”İslam yalnız savunma amacıyla cihad
eder (savaşır)” derler. Böylelikle asıl amacı yeryüzündeki tüm tağutları ve
tağuti sistemleri ortadan kaldırıp insanların tek Allah’a kulluk etmelerini
sağlama, onları, kula kulluk etme zilletinden kurtarıp Rab’lerine kulluk etme
izzetine eriştirmek olan İslam’ı, asıl amacından, yönteminden saptırmakla, onu
başkalarına (özellikle karşıtlarına) şirin göstereceklerini sanırlar. Halbuki bu
din , kendi inanç sistemini benimsesinler diye insanlara baskı uygulamaz. Sadece
söz konusu akide sistemi ile insanların arasına girmiş ve girmesi olası
engelleri ortadan kaldırır.
“O gökte de yerde de ilahtır” (Zuhruf,43:
84)
“Hüküm yalnız
Allah’ındır: O’ndan başkasına kulluk etmemenizi emretti... İşte dosdoğru din
budur...”
(Yusuf,
12:40).
“De ki ey Kitap ehli;
bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin: “Yalnız Allah’a kulluk edelim.
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimiz Allah’tan başka rab’ler
edinmeyelim.” Eğer yüz çevirirlerse: “şahid olun, biz müslümanlarız”
deyin.
(Al-i
İmran,3:64)
Allah’ın yeryüzündeki hakimiyeti, ne kilise
yönetiminde olduğu gibi yeryüzü egemenliğinin (yönetim hakkının) bir takım
itibar sahibi din adamları tarafından kullanılması ne de “teokrasi” denilen
siyasal sistemlerde olduğu gibi tanrılar adına insanları yönetme hakkına sahip
olduğunu iddia eden bir takım seçkin insanların yönetime egemen olması biçiminde
kurulamaz. Sadece ve sadece Allah’ın şeriatını yürürlüğe koymak, açık ve seçik
ifadelerle bildirilen ilahi şeriata yerleştirilen ilkelere uygun biçimde bütün
işlerin yönetimini, top yekün Allah’a bırakılması ile mümkündür.
Din, hayata hükmeden ve hayatı yönlendiren sistem
ve yöntemin adıdır.
Sözle mesaj ulaştırma ve lisanen tebliğ , ancak
İslami akide ile fertler arasında ki manaların tamamen ortadan kaldırılıp,
insanlar kendi özgür iradeleri ile o akide ile başbaşa kalabildiği, söz konusu
manaların etkilerinden tamamen kurtuldukları zaman ve mekanlarda mümkündür. İşte
ancak böyle bir ortamda “Dinde zorlama yoktur” ilkesi geçerli olur. Fakat söz
konusu engellerin bulunması halinde, öncelikle bunların güç kullanma yöntemi ile
ortadan kaldırılması gereklidir. Ki insan, bu prangalardan kurtulup kalbi ve
kafasıyla, uygun bir ortamda, sunulan mesaja muhatap olabilsin.
Mekke döneminde müslümanların ellerini silahlı
eylemlerden uzak tutmaları önemli bir olgudur. Çünkü orada davetin özgürce
yapılması, şöyle veya böyle bir teminat altına alınmıştı. Nitekim davet
eyleminin birinci dereceden sahibi ve sorumlusu olan Hz. Peygamber, kendi
kabilesi Haşimoğullarının koruması altında idi. Onların kılıçlarının gölgesinde
davet görevini açıkça yapabiliyordu. Kulaklar, yürekler ve beyinler bu davetle
bir biçimde muhatap olabiliyordu. Yani davete muhatap olan fertler, İslam daveti
ile doğrudan karşı karşıya gelebiliyordu. Orada davet iletisinin yönetildiği
hedef kitleye, bu illetin ulaşmasını tek tek bireylerin bu mesajı duymalarını
engelleyen organize olmuş siyasal bir iktidar yoktu. Kısaca söylemek gerekirse
bu dönemde güç kullanılmasını gerekli kılan herhangi bir mecburiyet yoktu.
Medine’de, hicretin ilk yıllarına gelince,
Resulullah yerli yahudilerle, orada ve çevre bölgelerde oturan Araplarla
saldırmazlık anlaşmaları imzalaması, yaşanılan aşamanın bir sonucudur.
Gerekçeleri ise şunlardı:
- Medine’de tebliğ ortamı uygundu. İslam mesajı ile insanların arasına girip onları tebliğden engelleyecek siyasal bir iktidar yoktu.
- Bu dönemde Resulullah, sadece Kureyş kabilesi ile başbaşa kalmak istiyordu. Çünkü Kureyş Kabilesinin İslam dinine karşı çıkması, bu kabile ile yine aynı kabileye mensup insanların inanan çocukları arasındaki meselenin nasıl bir boyut kazanacağını bekleyen diğer kabileler açısından son derece önemli idi.
İlk çıkan akıncı birlikleri hicretin yedinci
ayına rast gelen Ramazan ayında Hz. Hamza komutasında çıkarılan akıncı(seriye)
birliği idi.
Müslüman cihada çıkmadan önce en büyük savaşı
kendi nefsinde şeytana ve nefsi hevasına (dizginlenemeyen isteklere) şehevi
duygularına, bitmek bilmeyen ihtiraslarına, menfi yöndeki eğilimlerine; kişisel,
ailesel, kabilesel ve ulusal çıkarlarına , kısaca İslami değerlerin dışında
kalan tüm değerlere karşı en çetin savaşı başarı ile verir. Bunu
gerçekleştirmesinin ardından Allah’ın yeryüzüne müteallık olan hakimiyet hakkını
gaspeden tağuti düzenlerin iktidar merciinden uzaklaştırılıp yerine Allah’ın
mutlak hakimiyetini yeniden yerleştirmek, ona işlerlik kazandırmak için, bu
amacı engelleyen tüm zalim ve şer güçlerle en büyük cihada
girişir.“LA İLAHE İLLALLAH” BİR YAŞAMA BİÇİMİDİRYalnız
Allah’a kulluk etme ilkesini, “La ilahe illallah” yani Allah’tan başka
ilah yoktur, şehadet kelimesinde ifade edilen, İslami akide rüknünün ilk
yarısını meydana getiren kısmında öğreniyoruz. Bu kulluğun nasıl yapılacağı
meselesini ise “Muhammeden Rasulullah” yani, Muhammed Allah’ın elçisidir,
ibaresinde ifade edilen şahadet kelimesinin ikinci yarısından öğreniyoruz.
“La ilahe illallah/muhammedun Rasulullah” yani
Allah’tan başka ilah yoktur; Muhammed Allah’ın elçisidir, şehadet kelimesi bütün
yönleri ile “islam ümmeti”nin yaşamını üzerine kurduğu yetkin yaşama yönteminin
temel ilkesidir.
“Hüküm yalnız Allah’a
aittir; O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi buyuruyor; işte dosdoğru din
budur..”
(Yusuf,
12:40)
“Kim Resul’e itaat ederse
gerçekten Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4:80) buyurmaktadır.
Allah’ın birliğine inanmayan
kişi, tek olan Allah’ın kulu olamaz. Kur’an-ın ifadesi ile anlatırsak:
“Allah: İki cihan
edinmeyiniz O ancak tek ilahtır; sadece benden korkun.’dedi.”
“Göklerde ve yerde olanların
hepsi O’nundur. Dinin de her zaman O’na has kılınması gerekir. Siz Allah’tan
başkasından mı korkuyorsunuz? (Nahl,51-52)
İbadet niteliği taşıyan
fiilleri tamamen Allah’tan ayrı ve ya onun yanı sıra bir başka varlık adına
yapan kişi yalnızca Allah’a kulluk etmiş olmaz. Bu konu ile ilgili olarak
yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“De ki: ‘benim namazım,
ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rab’bi içindir;
O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ve
ben müslümanların ilkiyim.”
(En’am, 6:162-163)
Yasama ve yürütme ile ilgili
yasaları, Cenabı Hakk’ın elçisi aracılığı ile bize sunduğu şeriatından başka bir
kaymaktan alan kişi de, bir olan Allah’a kulluk etmiş olamaz. Kur’an şöyle diyor
böyleleri hakkında:
“Yoksa onların kendileri için,
Allah’ın izin vermediği din koyan ortakları mı var” (Şura, 42:21)
“Rasül size neyi verdi ise onu
alın; size ney yasakladıysa ondan sakının...” (Haşr, 59:7)
İşte İslam toplumu bu
özellikleri taşıyan toplumdur.
‘böyle bir toplum nasıl
kurulacaktır; böyle bir toplumu kurarken nasıl bir yöntem uygulanacaktır?’
Böyle bir toplum; her şeyden
önce kulluk görevini yalnızca bir olan Allah’a sunan; Allah’tan başkasına kulluk
etmeye yanaşmayan; akidece anlayışında, düşünme biçiminde; ibadet şekillerinde
ve ibadet olarak yaptığı fiillerinde; yönetimine tabi olduğu rejimde, yasama ve
yürütmede... bunların hepsinde Allah’tan başkasına kul olmayı reddeden
insanlardan meydana gelen “İslami bir cemaat” olmadıkça böyle bir toplum
kesinlikle kurulamaz.
İslam toplumunun üzerine
kurulması gereken ilke:”La ilahe illellah/Muhammedun Rasulullah” cümlesidir.Bu
ibarede yer alan iki ayrı parçanın birleştirilerek kabul edilmesi hususu
gerçekleştirilmezse ne İslam’dan ne de İslam toplumundan söz edilebilir.
Hal böyle iken yapılması
gereken nedir?
İtikad, ibadet ve şeriat
yönünden vicdanını Allah’tan başkasına kulluk etme zilletinden temizleyebilen
fertlerin teşekkül ettirdiği İslami cemaatlerin bir araya gelmesi ile sözü
edilen İslam toplumu doğar.
Cahiliyye toplumu nedir:
İslam toplumu dışında kalan bütün toplum biçimleri – adı sanı, niceliği ve
niteliği ne olursa olsun – “Cahiliyye toplumu”dur” Tanımın sınırlarının
iyice belirlenmesini isteyerek kavramı şöyle de ifade edebiliriz.: Cahiliyye
toplumu, inançta, ibadette, yasama ve yürütme ile ilgili düzenlemelerde varlık
kazanması, yaşanılır kılınması gereken tek Allah’a kulluk etme temeline
dayanmayan her toplumdur.
Bu özlü tanıma göre günümüzdeki
toplum türlerinin tümü cahiliyye toplumuna girer.
“Allah’ın indirdiği şeri
hükümlerle hükmetmeyen (yönetmeyenler) kafir, işte onlardır.” (Maide,
5:44)
İnsanlara yararlı olan her şey
Allah’ın indirdiği, Rasulun insanlara sunduğu ve yaşama uyguladığı şeriatın
içerisindedir. Günün birinde bazı insanlar da, çıkarlarının, Allah’ın
şeriatından başka kaynakta olduğu gibi bir yanılsama gözükürse bunların apaçık
bir yanılgı içerisinde oldukları Kur’an tarafından ifade edilmiştir:
“Onlar sadece zanna ve
nefislerinin hevasına uyuyorlar. Halbuki onlara Rab’lerinden hidayet
gelmişti.”
“Yoksa insan her
arzuladığına ulaşacak mıdır?
“Son da ilk de (dünya da
ahiret de) Allah’ındır.) (Necm, 53:23,25)
hem bu tür sanıya kapılanlar,
sanılar yüzünden kafir olmuşlardır.hiç kimse yararına olan şeylerin Allah’ın
şeriatına ters düşen kaynaklarda olduğunu iddia edip hem de müslüman bir fert
olarak kalamaz.
0 yorum:
Yorum Gönder